3 Temmuz 2012 Salı

(içine) edilmiş bir yemin

7 sene önce ettiğim ve sürekli içine ettiğim bir yemin. tam 7 sene olmuş, dile bile kolay değil, dilim dönmüyor, söylemek istemiyorum.

Sürekli bana hatırlattığı gibi, yüzme öğrenmeye çalışan bir çocuğun her seferinde ayaklarını suya sokup geri kaçması gibi, her seferinde suyu görüp, sürekli ayaklarıma kadar soktum şu ana kadar. Adriyatik soğuğuna direnemedi ayaklarım. Birkaç kere dizime kadar girdiğimi söylemiştim ama ona inandıramadım, son zamanlardaki halimi bilmiyordu, neredeyse dizlerime gelen suda boğuluyordum, onu hele hiç söyleyemezdim, çünkü o sırada ayaklarım kupkuruydu.

Sanırım yıllar sonra Anıl'ın kopma noktası ne zaman, nerede oldu diye bir diyaloglar zinciri dalgalanırsa arkadaşmlarım arasında, sanıyorum bu zamanları gösterecekler (anıloji ile ilgili kimsenin bir çalışma yapacağını sanmıyorum ve öldükten sonra eserlerimi derleyecek bir arkadaşım da yok ne kötü ki, ben de isterdim posthumous releaselerim olsun, yak dediğim halde, yakmayıp yazın dünyasına kazandırılmış gerçekten kötü eserlerim olsun ama bu sadece gereksiz bir temenni). Haksız da değiller bu zamanları göstermekte. Ama kopma noktası çok daha gerilerdeydi, bunu dillendirememiştim hiç. Tam bu konuyu anlatacağım sırada, muhtemelen bir taraflarımla dalga geçiliyordu. Sanki kraliyet tacını saklıyordum, hazine odasında ulaşılmasını istemediğim, ben de komiktim Enigmatik bir kişiliğim yoktu. İnsanlar iyi bir gözlemci değillerdi. Düşünmesini istediğim şekilde düşünüyorlardı sadece ve davranmalarını istediğim gibi, beni görmelerini istediğim gibi.

7 sene oldu. Keats'in öldüğü yaştayım. Benzer zaman dilimlerinde yaşamış olsaydık, daha doğrusu ben 100-200 sene önce başka bir ülkede yaşıyor olsaydım herhalde hikayem bu sefer o zamanın şartlarına adapte olmuş olurdu, aynı cheesy hikayemin eski bir formatı. Şimdi ki hayatım pdfse o zaman sarı sayfalardı.

Muhtemelen şöyle olurdu:

Aile zoruyla Viyana'dan Prag'a zorla ilahiyat okumaya gönderilmiş olurdum. Kilisenin katı kurallarına karşı çıktığım halde, ilgisiz, hissiz, içinde peluş bir Tanrı taşıyan bir öğrenci olurdum. Old Gods & Deities dersini ilk seferde geçerdim. Passages From Holy Bible 102 çok fazla ezber olduğundan sürekli kalırdım. "Piskopos olup da napıcan yae" tarzı tepkilere, belki akademisyen olurum derdim, ama bu bölüm çok dogma diyip olası polemikler de yaratabilirdim. "Padre Anıl, ilahiyatı 7 senede bitirmiş" tarzı dedikodulara aldırış etmem, Tanrı'nın dünyayı 7 günde yarattığı gibi, ben de içimdeki Tanrı'yı 7 senede yarattığımı söylerdim. Tabi o zamanlar belki aforoz edilmem için gerek ve yeter bir koşul olabilirdi. Ama biraz bekler olası bir afla tekrar geri dönerdim, bütün din düzenleyicisi, din müfredatı ne de olsa Vatikan'ın elindeydi. Sadece geçmiş kaderim üniversite hayatımla kalsa yine de iyiydi, kilise korosunda organ çalmak istemediğim, hep bir keman virtüözü olmak istediğimi belirttiğim halde, küçükken hep zorla piyano dersi aldırılan çocuk olurdum. Aslında CV'ye gidebilecek en güzel kombinasyondu. Kendi kilisesini kurup, bu kilisede organ çalan bir peder. Kalan ömrümde de içimde yarattığım Tanrı kalıbına bir çeşit renksiz figürler, gölgeler sığdırıp ona inanarak, yalan bir hayat sürerdim. Ama 25 yaşında ölmezdim ve en önemlisi menenjitten ölmezdim.

Uzun yaşamın sırrı aslında çok basitti. Risk almamak. Evinde oturan anneanne ve türevi yaşlı teyzelerimiz, ev hayatında ömür skillerine default +10 yıl ekliyorlar. Koca bıçağı, tencere düşmesi, deprem tarzı uç örnekler dışlandığında, hepsinin yaşları neredeyse sonsuza yakınsayabiliyor. Çok gezen değil, çok risk alan, çok yaşayan bilirdi.

(Uzak Gelecek)

Yaşım 72. Gayrimeşru bir çocuğum var, onun da gayrimeşru bir çocuğu. Bu kombinasyon tabi ki torunumu meşrulaştırmıyor. Vasiyetimi tam 7 sene önce yazmışım. 65 kritik bir yaştı, ama o zaman yazarken bile geç kaldığımı düşünüyordum, çünkü hala her şeyi son ana bırakıyordum. Böyle üşengeç bir insanın Azrail'i bile tembelleştireceği söylenegelirdi. Uzaklarda bir yerde keyif sigarasını içip, orağını kaybetmiş olabilirdi kalbimi deşmek üzere yola koyulmuşken Azrail'im. Hem neden herkesin kendi grim reaper'i olmasındı ki? Benimki bana benzemiş işte. Allah'ın memuru o da..

Hah, yaş yetmiş iki, yemişiz siki. Vasiyetin maddelerini sürekli editliyorum. İçime sinmiyor hiç. Mezarımda çalıcak playlist değişiyor, toprağımı sulayacak kişiler değişiyor (sürekli ölüyor eş dost ben napayım), toprağıma dökülecek içki ve kokteyller güncelleniyor, erken ölmediğime üzülüyorum çünkü daha genç yaşta ölen arkadaşlarımın düğ.. cenazeleri daha eğlenceli geçmişti. Onların vasiyetinde belirtilen şarkıları canlı çalmıştık, kederimiz hafiflemiş, kaderimizin önüne betondan bir set çektiğimizi düşünüyor, içimizdeki ölüm korkusunu dolaylı yoldan uzaklaştırıyorduk. Risk almayı sevmediğimden her gün besmele ve kelime-i şahadet getiriyor, gusül abdestlerini belki bir önceki kabul olmamıştır diye defalarca alıyordum, Müslümanlığımı defalarca tescilliyordum. Ama yukarıdaki biliyordu ki dinde kaçak mümin varsa, o bendim ve yaması mümkün olmayan bir programlama hatasıydım. Ama yine de, Pascal'ın dediği gibi inanmakla bir şey kaybetmezdim, ama inanmamakla çok şey kaybedebilirdim. Pascal, Türk olsaydı zaten Malatya'lı olabilirdi.

(Meanwhile)

Şimdi ise suyun içindeyim. Derede emeklemeden, okyanusta koşmaya çalışacaktım. Bu iyi bir şeydi. Geçmiş senelerin günahlarını, kirleri okyanusun enginliğiyle daha az kirlenecekti, dereye girseydim o derede bırak ikinci kereyi, bir kere bile yıkanamazdı. Herakleitos'u göt etmek keyifli olabilirdi, insanlar bir kez bile yıkanamıyordu oysa.

-Oh come on, you had an oath. A Blood oath.
+Yeah, i know. And you are?
-The devil in disguise.
+well.. I can see your wings from your back *giggles*
-Oops sorry. My bad. Darn cheap costumes. *blueshes* (not blushes careful there)

(an excerpt from Anıl's sophomore novel "Angeville")

Taşı sıksam, bilincin suyu akardı.
Yusuf Atılgan yaşasaydı, benimle gurur duyardı.

..ve işte böyle Flaneur bir insanın yaşamı böyle sona eriyordu. Sessizlik içinde. Film şeridi gibi akma olayı yoktu. Öbür tarafta yapılan en komik geyiklerden birisi zaten buydu. Passolini bile gülüyordu buna, elindeki kırbacı mahşerin güvenlik çemberinden nasıl geçirdiği ise tam bir muammaydı. NBC, tekrar hayata dönerse aklında çok güzel bir film projesi olduğunu söylüyordu. Benim ise karnım açtı ve mezarım hala sulanmamıştı.














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder